24 Mayıs 2015 Pazar

Popüler Kültür

Günümüz Türkiye’sinde eski zamanlara oranla kitap okuma oranının arttığını söyleyebiliriz. Kitap satışlarındaki sayılar bize bunu gösteriyor, ayrıca metrobüste-otobüste, orda-burda birçok kişinin kitap okuduğunu vs. görüyoruz. Yalnız bu okuma oranının niceliksel bir katkısı olmasına rağmen (kitap-dergi satışlarını artması), bu niceliksel katkının niteliksel bir yansımasını görebildiğimiz pek söylenemez. Bunu ‘’en çok satanlar’’ listelerine baktığımız zaman çok net görüyoruz.
Örneğin buram buram cıvık anlatımlar, tasvirler ile dolu aşk kitapları, saçma sapan romantizm,  estetikten yoksun ‘’edebi’’ anlatımlar ile dolu kitaplar neredeyse aylarca ‘’en çok satanlar’’ listesinde görülebiliyor. Bunun yanında metrobüste-otobüste, facebook-tweetter gibi sosyal paylaşım alanlarında paylaşılan kitap fotoğraflarında ya da yapılmış alıntılarda üç aşağı beş yukarı aynı yazarlar-aynı kitaplar görüyoruz. Bunların bazıları gerçekten kaliteli kitaplar-yazarlar, yalnız popüler kültürün maalesef içini boşalttığı kitaplar-yazarlar haline geliyorlar maalesef. Hangi tarafa bakarsak bakalım aynı yazarların sözleri paylaşılıyor (örneğin Cemal süreya, Oğuz Atay, Sabahattin Ali, Nazım Hikmet vs. gibi yazarlar ya da tutunamayanlar, aylak adam, kürk mantolu madonna gibi romanlar). Çoğu zaman bu yazarlar okunmadan google aracılığıyla bir-iki afili sözleri aratılıyor ve kopyala-yapıştır(copy/paste) yaparak paylaşılıyor. Böylece ne kadar okur-yazar olduklarını, ne kadar entelektüel-bilgili-duygulu olduklarını bize ‘gösteriyorlar’. Ben o okudukları yazarların fikirlerinden gram anladıklarını zannetmiyorum. O yazarlar ya da kitaplar ile ilgili konuşmak isterseniz ‘’ ayy o kitap-yazar süper yaa’’ ötesinde başka cümleler duymanız pek mümkün değil. Bu tarz popüler kültürün içini boşalttığı bu yazarlardan artık oturup iki kelam bile edesi olmuyor insanın. Yani bazen öyle alakasız insanlar bu güzel insanlardan alıntılar yapıp paylaşıyor ki insan ‘’ eğer bu adam da bu kitabı okuduysa artık hiç bahsetmem bu yazardan’’ diyor insan. Bu tip insanları görünce aklıma karısına evde gram yardım etmeyen birinin 8 mart dünya emekçi kadınlar günü ile ilgili facebook gibi mecralarda yaptığı ‘’duyarlı’’ paylaşımlar aklıma geliyor. Ah şu popüler kültür…

Yeri gelmişken şunu da belirtmeden edemeyeceğim. Metrobüste-otobüste kitaplar okunduğunu söylemiştik. Bunu ben değerli bir davranış olarak görüyorum, hele İstanbul gibi bir metropolde yaşıyorsanız zamanınızın büyük kısmı yolda-trafikte geçiyor maalesef, bu zamanı böyle güzel şekilde değerlendirmeye kimsenin söyleyeceği bir şey olamaz. Yalnız bu yolculuklarda kapsamlı bir kitap cidden hakkı verilerek okunabilir mi? Yani bir Kafka, bir Dostoyevski ya da bir Oğuz Atay’ın hakkı teslim edilerek okunabilir mi? SANMIYORUM. Açıkçası ben bu tarz kitapların yolculuklarda okunduğunu görünce aklıma iki şey geliyor, okuyan kişi ya gerçekten anlamadan okuyor ya da hava atmak istiyor diye düşünüyorum. Belki biraz haksız bir düşünce olabilir, ama örneğin bir Oğuz Atay’ın ‘’tutunamayanlar’’ kitabının 20-30 dakikalık yolculuklarda okunmasına gönlüm razı olmuyor maalesef.

Şimdi gelelim şu niceliksel-niteliksel meselesine. Bu kadar çok okuması yapılıyor da, bu yazarlar veya romanlar hakkında neden oturup iki dakika adam gibi sohbet edilemiyor, tartışılamıyor? Ya da neden kendine ait bir görüş sunamıyor insanlar, ancak papağan gibi daha önce yapılmış yorumları tekrarlamak ile yetiniyor? Neden bir sorgulama-düşünme aşamasına geçilemiyor? Çünkü bir şeyi sırf yapıyor olmak için ya da gösteriş için yaparsanız bundan fazlası beklenemez de ondan. İşte popüler kültür böyle içi boş bir okuma yaptırır insan. Ah şu popüler kültür…

Hasan ÇATIR 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder