6 Aralık 2015 Pazar

Şiirler ve Hikayeleri

Sizi mutlu eden şeyler nelerdir hiç düşündünüz mü?
Bahsettiğim para, kariyer, maaşınıza aldığınız zam, aldığınız yeni bir araba veya kıyafet, tatile gitmek falan değil.
Maddiyattan ziyade daha ‘’basit’’ daha manevi şeyler…
Mesela ben güzel bir kitabı bitirdiğimde, güzel bir film izlediğimde, güzel bir şarkı-türkü keşfettiğimde, arkadaşlarım tarafından kitap hediye edildiğinde, yeni bir şeyler öğrendiğim bir sohbete dahil olduğumda, bilgili bir insanla tanıştığımda sonsuz bir mutluluk duyarım.

Mutlu hissettiğim olaylardan bir tanesi de yeni bir şiir öğrendiğimde olur. Ama öyle şiir kitabını açıp rastgele bir şiir öğrenmek değil, mesela bir kitap okurken orada bahsedilen bir şiir ya da bir arkadaşın ‘’şu şiiri biliyor musun?’’ diye tavsiye ettiği bir şiir olduğu zaman, yani tesadüfi bir şekilde öğrendiğimde çok mutlu oluyorum.

Örneğin Ali Lidar’ın ‘’Alengirli Şiir’’ adlı şiirini öğrendiğimde o kadar mutlu olmuştum ki bir hafta boyunca defalarca okuyup her gördüğüm kişiye anlatıyor, okumasını söylüyor ve istiyordum. Keza;

Turgut Uyar’ın ‘’Yokuş Yol’a ’’ , ‘’Çokluk Senindir’’ , ‘’Palyaço’’ , ‘’Senfoni’’ şiirlerini öğrendiğimde,

Edip Cansever’in ‘’Mendilimde Kan Sesleri’’

Cemal Süreya’nın ‘’Aşk’’ , ‘’Üvercinka’’ , ‘’İki Kalp’’, ‘’Üstü Kalsın’’ , ’’Eşdeğeriyle Yan’’ , ‘’Güzelleme’’

Orhan Veli’nin ‘’Anlatamıyorum’’ , ‘’Giderayak’’

Müslüm Yücel’in ‘’Harran’’

Ah Muhsin Ünlü’nün ‘’Hatırlatta Haziran Sonlarında Çocukluğumu Yakalım’’

İsmet Özel’in ‘’Amentü’’

Furuğ Ferruhzad’ın ‘’İnanalım Soğuk Gecenin Başlangıcına’’, ‘’Kuş Ölür Sen Uçuşu Hatırla’’

Nilgün Marmara’nın ‘’ne alakası var; sadece sen ve ben’’

Ahmed arif’in ‘’Hasretinden Prangalar Eskittim’’ , ‘’Unutamadığım’’ , ‘’Onur da Ağlar’’

Gülten Akın’ın ‘’Bir Güneydoğu Ağıdı’’

İlhan Berk’in ‘’Ne Böyle Sevdalar Gördüm Ne Böyle Ayrılıklar’’

Sabahattin Ali’nin ‘’Benim Meskenim Dağlardır’’

Ülkü Tamer ‘’Konuşma’’ , ‘’Üşür Ölüm Bile’’

Ece Ayhan’ın ‘’ Yort Savul’’ ,  ''Açık Atlas''

Cahit Sıtkı Tarancı’nın ‘’Desemki’’ , ‘’Memleket İsterim’’

Can Yücel’in ‘’Sevgi Duvarı’’

Necip Fazıl Kısakürek’in ‘’Beklenen’’ , ‘’Kaldırımlar’’

Attila İlhan’nın ‘’Üçüncü Şahsın Şiiri’’ , ‘’Ben Sana Mecburum’’, ‘’Sen Benim Hiç bir şeyimsin’’, ‘’Beni Koyup Gitme Ne Olursun’’

Berin Taşan’ın ‘’Sabahın Seher Vaktinde’’

Murathan Mungan’ın ‘’Yalnız Bir Opera’’

Şiirlerini öğrendiğimde çok büyük mutluluk duymuştum.

Tabii bu arada burada isimlerini sıralayarak bitiremeyeceğim bir sürü şiirde de yine aynı mutluluğu hissetmiştim. İşte bu şiirleri öğrendiğime çok mutlu olurken birde bazı sevdiğim şiirlerin yazılma hikayelerini öğrendiğimde daha çok mutlu oluyorum. Size sevdiğim şiirlerden bazılarının hikayelerini anlatmak istedim. Bu bilgileri yazarken yararlandığım bir kaç kitabında adını verelim ki emek hırsızlığı yapmış olmayalım.
Feyza Perinçek-Nursel Duruel(Cemal Süreya-Şairin hayatı şiire dahil)
Arif Keskiner(Binbir Renk Binbir Çiçek-Yaşar Kemal'le Anılar)
Ece Ayhan(Sivil Denemeler Kara)

1) CAN YÜCEL-BEN HAYATTA EN ÇOK BABAMI SEVDİM
Can Yücel, bir zamanlar babasının büyük isminden rahatsız. Nedense, orada burada konuşup duruyor.
Yaşar Kemal o sıralarda Cumhuriyet gazetesinde çalışıyor, Hasan Âli Yücel de emekli olmuş yazılarını Yaşar Kemal’e götürüyor. Oturuyor, sohbet ediyorlar. Yaşar Kemal çok seviyormuş Hasan Âli Yücel’i.
Yaşar Kemal bir gün Can Yücel’e biraz da kızarak diyor ki: ‘’Bak Can, sen babanı iyi tanımıyorsun. Ben senden daha iyi tanıyorum. Zaten adamın anası bellenmiş, herkes bir taraftan saldırıyor. Cumhuriyet tarihinin en önemli bakanı, Köy Enstitülerini kurmuş, dünya klasiklerini dilimize kazandırmış; daha sayayım mı? Yaptıklarını kimse yapmamış, bir de sen saldırma adama’’.
Bu konuşmadan 15 gün sonra gazeteye gidiyor Can Yücel. Elinde bir kağıt. Masasının üzerine fırlatıp atıyor ve ‘’şunu bir oku bakalım’’ diyor Yaşar Kemal’e, küstah ve özgüvenli bir şekilde ve karşısına geçip oturuyor.
Şiire bakıyor Yaşar Kemal: ‘’Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim’’. Gözleri doluyor okuyunca. Kalkıp boynuna sarılıyor Can Yücel’in ve ‘’ Aferin ulan, şimdi oldu işte’’ diyor.

Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla – ha düştü, ha düşecek –
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben öyle sevdim.

Bilmezdi ki oturduğumuz semti,
Geldi mi de gidici – hep, hepp acele işi! –
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.
Atlastan bakardım nereye gitti,
Öyle öyle ezber ettim gurbeti.

Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
40’ı geçerse ateş, çağ’rırlar İstanbul’a,
Bi helallaşmak ister elbet, diğ’mi, oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.

En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim.
Hayatta ben en çok babamı sevdim.


2) CEMAL SÜREYA-SİZİN HİÇ BABANIZ ÖLDÜ MÜ?
Cemal Süreya ortaokul ve lise yıllarından beri Seniha adlı bir kıza âşık. Cemal Süreya’nın ilk aşkıdır Seniha Hanım. Birbirlerini uzaktan uzağa hep severler okul yıllarında. Liseden sonra Cemal Süreya üniversiteye giderken Seniha Hanım evdedir ve mektuplaşmalar başlar. Bir gün Cemal Süreya iki mektup birden gönderir, ikinci bir mektup Seniha’nın annesinedir. Seniha’yı mektupla annesinden ister. Uzatmayayım anne bir şekilde razı olur ve nişan yapılır. Fakat hâlâ damat adayının ailesinin haberi yoktur bu durumdan. Bir gün üniversiteden eve gelir, durumu ilk önce ikinci üvey annesi olan Refika Hanım’a anlatır. Üvey anne iyi karşılar, asıl sorun babaya anlatmaktır. Babaya yemekteyken açılır konu. Cemal Süreya’nın babası Hüseyin Bey kesin olarak karşıdır. Oğlunun dil öğrenmesini, yurt dışına çıkmasını, doktora yapmasını istemektedir. Hem daha kız ile birbirlerini daha iyi tanımamaktadırlar, en azından bir yıl nişanlı kalmasını öğütler. Cemal Süreya nişanlandıklarını söylediğinde ise çok içerler ve ‘’Ben kesin olarak onaylamıyorum, evleneceksen git kendin evlen.’’ der. Hüseyin Bey’in başka kaygıları da vardır, Seniha’nın evin geçimine katkıda bulunabilecek bir işi yoktur; üstelik ailesi de yoksul. Bunu söylediğinde Cemal Süreya’nın tepkisi ağır olur. ‘’Biz yoksul değil miyiz baba!’’ der ve ilk kez babasına isyan edercesine çatalını gürültü ile masaya bırakır ve çeker gider. Ve tabii bu olay sonucunda şu meşhur şiire kavuşuruz biz şiir severler;

Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü, kör oldum.
Yıkadılar, aldılar, götürdüler.
Babamdan ummazdım bunu kör oldum.
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum.
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Söylelemesine maviydi kör oldum
Taslara gelince hamam taslarına
Taslar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taslarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?


3) ECE AYHAN-MEÇHUL ÖĞRENCİ ANITI
14 Aralık 1969 sabahı Battal Mehetoğlu Yıldız Teknik Üniversitesi'nde öldürüldü... Üniversitedeki sol gençlik böylece eline silah almadan 7'nci kurbanını da vermişti.
Battal Mehetoğlu, Malatya'da, 1947'de 4 çocuklu bir ailenin en büyük oğlu olarak dünyaya geldi.
Babası at arabası ile taşımacılık yapıyordu. Parlak bir öğrenciydi. Lise'yi İzmir'de Tire Teknik Lisesi'nde okudu. Ardından Elazığ Devlet Mimarlık Mühendislik Fakültesi'ni kazandı. Bir yıl Elazığ'da okuduktan sonra İstanbul'a geldi. Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü'ne girdi. Battal, burada da göze batan başarılı bir öğrenci olarak sivrildi. Çalışkan, zeki ve derslerini yakından takip eden bir öğrenciydi...

Battal Mehetoğlu, Alevi bir ailenin çocuğuydu. İlerici fikirlerle ailesi sayesinde tanışmıştı. Ama Yıldız Teknik'te ilericiliği devrimciliğe dönüştü. Artık bir FKF'liydi. Fikir Kulüpleri Federasyonu her üniversitede olduğu gibi Yıldız Teknik'te de bir akıma dönüşmüştü. İlerici solcu bütün öğrenciler FKF çatısı altında toplanıyorlardı. Deniz Gezmiş, Cihan Alptekin sık sık Yıldız Teknik'teki kampüsü ziyaret ediyorlardı. O dönem artık silahlar yavaştan konuşulmaya başlanmıştı. 1968 rüzgarının ardından sağcı öğrenciler saldırıya geçmişti. 1969 yılı artık işlerin ‘’tuhaflaştığı’’ yıllardı. Gelelim 14 Aralık 1969 sabahına. İstanbul'da bütün üniversitelerde boykot vardı. Yıldız Teknik'te ise yakın arkadaşları Sevinç Büyük'ün öldürülmesini protesto için işgal yapılıyordu. Okulun kapısında iki nöbetçi olası saldırılara karşı sözüm ona nöbet tutuyorlardı. Sabaha karşı nöbet sırası Battal Mehetoğlu ve Targan Ülbeyi'ndeydi. Aynı sıralarda sabahın ışıkları doğmadan camide sabah namazı için toplanan gruba bir vaaz veriliyordu. Okulun hemen yanındaki Yıldız Camii'nde verilen vaazın içeriğini anlamak için tek cümle yeterliydi: 'Komünİst öğrenciler Kur'an'ı yırttılar.'

150 kişilik grup, polis okulunun önünden rahatlıkla geçerek Yıldız Teknik'in kapısına geldi. Kalabalığın geldiğini gören diğer nöbetçi Targan Ülbeyi hemen oradan uzaklaştı. (Bugün Targan Ülbeyi üzerinde halen sis bulutları dolaşıyor. Yakın arkadaşları o yıllarda evli olan ve MİT'çi bacanağı ile sürekli birlikte gezen Ülbeyi'nin bu provokasyonun içinde olabileceğini düşünüyorlar. 21 Mayısçı Ülbeyi halen yurt dışında yaşıyor.) Battal kaçmadı... Kalabalığa karşı meydan okudu: 'Buraya giremezsiniz! Mehmet'imizi öldürdünüz, beni de öldürün.' Kalabalıktan ateş açıldı. Battal önce sol koluna sonra göğsüne ve en sonunda da sol gözüne aldığı kurşunla orada can verdi. Baskına gelen kalabalığı durdurmayı başarmıştı. Ama canına mal olmuştu. Ünİversİtedekİ sol gençlik eline silah almadan 7'nci kurbanını da vermişti.

Annesi İnsaf Mehetoğlu Malatya'daki köyünde öğrendi acı haberi. İstanbul'a geldi. Cenaze töreni belki de İstanbul'un gördüğü en kalabalık cenaze töreni oldu. On binler Battal'ı uğurlamaya gelmişti. İnsaf Ana, cenaze başında bir konuşma yaptı: 'Hepiniz benim çocuğumsunuz. Ama şunu bilin ki benim oğlumun katili kazan kafalı Başbakandır. Er veya geç bunun hesabını verecektir.'
İnsaf Ana anadili Kürtçe olmasına karşın konuşmasını Türkçe yapıyordu. Tercüman Gazetesi muhabiri 'gereken' müdahaleyi yaptı: 'İnsaf Ana! Bunları sen bilerek mi söylüyorsun yoksa birileri mi söyletti. Ve neden Kürtçe konuşmuyorsun?' 'Benim içim yanıyor çocuklar. Kürtçe söylesem kim ne anlayacak. O kazan kafalı duysun diye Türkçe söylüyorum. Çocuğumun katili odur' dedi.( Not: bu hikayenin tüm bilgisi Gürkan Hacır’ın yazısından alınmıştır.)

''ah! ki oğlumun emeğini eline verdiler''

Ece Ayhan bir röportajında bu konu ile ilgili sorulan bir soruda şöyle bir cevap verir;

Müslüm Batuk: -Sizin “Meçhul Öğrenci Anıtı” şiirinizde geçen bir dize var. “Devlet dersinde öldürülmüştür” dizesi. Nedir bu dizenin gizi?

Ece Ayhan: -Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi’nde bir za­manların öğrenci liderlerinden olan Battal Mehetoğlu polisçe öldürüldü. Cenazesinde Battal’ın annesi İnsaf Ana’ya birisi ne­ler hissettiğini sorar. Şöyle der İnsaf Ana: “Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler.” Meçhul Öğrenci Anıtı budur. (Ece Ayhan-Sivil Denemeler Kara)

Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür

Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
-Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
-Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.

Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor
Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:
Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım

O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik
Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazdırmıştır:
Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler

Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek.

1 yorum: